Merhaba Anlamlanma Servisi okuyucusu. Bu yazı biraz özlem, biraz hüzün, biraz ah beeelerle, biraz iyi kilerle dolu bir yazı olacak.
Bunca yıldır bir şeyler karalıyorum, düşüncelerimi paylaşıyorum, videolar podcastler yapıyorum ancak hiç, twitlerim hariç Ata’mızla alakalı topluca fikirlerimi yazdığım bir yazım olmamış.
Bu eksikliği, eksik hissettiğim bu günde gidermek istedim.
Atamıza yazılan her yazı bana hep şu hissiyatı veriyor, bir büyüğünün varlığına hala sığınma ihtiyacı hisseden birinin kendine yaptığı o güzel telkinler. Aslında aramızdan ayrılıp giden her kim olursa olsun, artık o bizim içimizde yaşayan ve sadece bizden ibaret olan biri.
Yani Atamıza ya da şu anda aramızda olmayan birine iki satırla seslendiğimizde kendimize sesleniyoruz bence. Bu yazı da benim kendime seslenişim, içimde var ettiğim ve özlemini duyduğum benim Ata’ma seslenişim.
Birinin sarıp sarmalamasına, önemli ve güzel fikirlerin yeşerdiği bir zihnin, hala benim içimde varlığını sürdürdüğünü bilmeye çok ihtiyaç duyuyorum.
Atatürk dediğimde, hatırlayabildiğim en eski zamanlara baktığımda şu sahne gelir hep gözümün önüne, 5 ya da 6 yaşındayım, bir 10 Kasım sabahı kalkmışız anneannemlerdeyiz ve hüzünlü bir kadın var yanı başımızda. Saat 9’u 5 geçe saygı duruşu için ayağa kalkmış 65’li yaşlarında bir kadın. Atatürk denildiğinde bu sahne hiç aklımdan çıkmamış gibi yeniden ve yeniden beliriyor zihnimde.
Sonra Yahya Kemal Beyatlı İlköğretim okulundaki 10 Kasım anmaları. Siyah giymiş öğretmenlerim. Atatürk büstünün yanında yakılmış tütsüler. Bizim küçüklüğümüzde Atatürk bir başka anılır bir başka sevilirdi gibi hissediyorum şu anda…
Atatürk’ü eleştirebilmenin bir özgürlük istencesi olmadığı zamanlardı belki.
Bizim ailede Atatürk sevilir ve büyük saygı duyulur. Milli bayramlara, Ata’mızın ölüm yıl dönümündeki anmalara büyük önem verilir. Ama bu sevginin mahiyeti nedir, neden sevilir Atatürk sorusunun cevabı, sanırım yoklukta bir Kurtuluş Savaşı vermiş ve kazanmış, sıfırdan bir Cumhuriyet kurmuş ve halkına armağan etmiş olmasından dolayı demekten öteye geçemeyecektir. Bu kadarının bile çok değerli ve anlamlı olduğunu düşünüyorum ama eksik.
Yukarıda dedim ya bizim çocukluğumuz zamanında Atatürk sevgisi bir başkaydı diye. Evet başkaydı ama bugünden baktığımda nedenlerinin anlatımının, gösteriminin eksik olduğu bir sevgiydi.
Okullarımızda Atatürk konuşulmuyor. Esasen bizim okullarımızda öğrencilerin herhangi bir konuda fikirleri düşünceleri konuşulmuyor. Daha kötüsü bir konu üzerine konuşulmuyor. Öğretmen anlatıyor öğrenci dinliyor.
Kendi kendini yetiştirmemiş öğrencilerin ileride öğretmen olup, bugünün çocuklarını yetiştirdiğini düşündüğümüzde, bugün olanların, başımıza gelenlerin neden olduğunu anlamak çok zor olmuyor.
Bu biraz bana kulaktan kulağa oynamak gibi geliyor. Her defasında bir sonraki kişiye biraz daha az ve eksik bir anlatım yapıldığında, giderek ilk cümledeki anlamın yittiğini görürüz. Hatta son noktaya geldiğimizde kalan cümlenin ilk cümleyle en ufak bir anlamsal bağı bile kalmamış olabilir.
İşte eğitim sürecimiz tam olarak kulaktan kulağa oynamak gibi. Sadece bir öncekinden duyduğumuzu nedenleri, nasıllarıyla sorgulayıp içselleştirmeden aklımızda kaldığı kadarıyla ve neredeyse duygusundan yoksun şekilde bir sonraki nesile aktarıyoruz. Çünkü bize aktarılırken de duygudan yoksun bir şekilde anlatılmıştı. Neredeyse her şeyi olması gerektiği için, başımıza bir şey gelmesin diye yapıyoruz.
Bugün Atatürk konusundaki bunca tartışmanın var olma nedeninin, eğitim sürecindeki Atatürk anlatımındaki eksiklikten kaynaklandığını düşünüyorum.
Bu eksik nasıl giderilir, Atatürk aslında neden değerlidir ve çok sevilmeye sayılmaya değerdir?
Bu sorunun cevabını sizlere de bırakıyorum…
10 Kasım 2022 itibariyle 30 yaşındayım. 30 yıllık ömrümde Ankara’ya hiç yolum düşmedi.
Eşimle beraber geçtiğimiz haftalarda gezi planı yaparken dedim ki Ankara’ya gidelim. Anıtkabir’i çok merak ediyorum. Hem orayı görmek, hem bu kadar çok sevdiğim Ata’mızı kabrinde ziyaret etmek istiyorum ve bunu seninle yapmak benim için çok daha anlamlı olacak dedim. Bu planı yaptık ve 2 Hafta önce Anıtkabir’deydik.
Ben esasen bir yeri, bir şehri, bir binayı ya da mimari bir eseri görmekle alakalı büyük heyecanlara sahip bir insan değilimdir. Merak ettiğim hiçbir yer neredeyse yok gibidir. Ama Anıtkabir denildi mi bir başka hissederim.
Yolculuk başladı 2 gün Eskişehir’den sonra Ankara yoluna düştük.
Ankara Tren garına indikten sonra ilk işimiz hemen Atamıza gitmek olacaktı.
İçimde çocuksu bir heyecan tarif etmesi güç.
Anıtkabir’e gidenler bilir, aslanlı yola gelmeden önce de uzun bir yokuş tırmanılıyor ulaşmak için. O yolu yürürken, tam o anda huzuruna varınca ne hissedeceğim acaba diye düşündüm tüm yol boyunca. Aslanlı yolu bitirip sol tarafımızda Anıtkabir’i görünce bir kere bu kadar devasa boyutlarda bir yapı olduğunu hiç düşünmemiştim. İlk başta çok şaşırdım. Sonra yavaştan merdivenlerini çıktık bir kaç kare fotoğraf çekildik.
Biraz utandım esasen bunu yaptığım için. Çünkü şey gibi hissettirmişti buraya fotoğraf çekilmeye mi geldim? Ama başka anı kalacak bir şey götürme ve tekrar bu anı hatırlama fırsatı yaratacak bir şey yoktu.
İçeri girdiğim o an sanki o an vefat etmiş gibi bir hüzün kapladı içimi duraksadım gözlerim doldu. Ne o taşı ne o yapıyı görmekle alakası olmayan bir histi bu. Çünkü eşime de şöyle ifade etmiştim duygumu, şu an yaşıyor olmalıydı burada görmeliydik. Hep zihnimde sanki buraya gelince Ata’mı orada görecekmişim gibi gelirdi. O güne kadar kendisiyle alakalı biriktirdiğim tüm düşüncelerle sanki karşımdaymışçasına bir müddet o soğuk mezar taşına baktım ve aklımdan o düşüncelerim geçti.
Ya hala yaşıyor olsaydın?
Büyük bir azimle hevesle iştahla başlattığın seferberliklerin, yurt dışına okusunlar ve sonra memleketine dönüp hizmet etsinler diye gönderdiğin gençlerin 100, 200 değil 100 bin, 1 milyon olarak gidip gelmiş olsalardı. Bu yurdu artık kendisinden bir şeyler öğrenilmek için gelinen bir yurt yaptıklarını görseydin ne hissederdin?
Senden neyi dinlemeyi isterdik?
Bize ne anlatırdın?
Çok şey düşündüm…
Sonra yavaş yavaş o odadan çıktık.
Aklıma şu cümle geldi Atam sen kalk ben yatam. Eşime şöyle dedim Atam sen kalk ben yatam diyoruz ya, eğer bunu sen daha fazla yaşasaydın keşke diye söylüyorsak amenna ama yok ülkenin durumunu düşünüp yine Ata’mız bizi bu durumdan kurtarabilir gözüyle bakıp söylüyorsak büyük acizlik bizimki dedim. Halbuki hepimiz birer Atatürk olmalıydık. Ve bu cümleyi şöyle söylemeliydik. Atam sen rahat uyu kurduğun Cumhuriyet emin ellerde.
Birisi vardı bizden 80 90 yıl önce bu ülke için çabalamıştı. Ben her şeye rağmen hala çabalıyor olmaktan dolayı mutlu oldum. Oraya giderken sunacağım saf sevgiden daha büyük şeyler vardı eğer yaşasaydı ve anlatma imkanım olsaydı mutlu olacağı şeylerdi. İşte bunu var edebilmiş olmanın mutluluğunu yaşadım. Dönerken bir kaç yapabileceğim şeyin sözünü vermenin mutluluğunu yaşadım. Benim için biricik olan bu anı çok hissederek yaşadım.
Dedim ya içimdeki Atatürk ile bu konuşmalar aslında. İlkeleri olan, mücadele eden, iyi bir şeyler olsun diye savaşan içimdeki Atatürk.
Sembollerden hoşlanmam çünkü semboller, kutsamayı beraberinde getirir. Semboller, toplumun aklını fikrini nereye doğru akıtması gerektiğini yönetir. Semboller, bağlandığında sorgulama bilincini yitirtir.
O yüzden Atatürk’ü hiçbir zaman sembol olarak düşünmedim ve görmedim. Düşünülmemesini de çok istedim. O bir sembol değil, o bir kutsal değil. O sadece önümüze ışık tutan fikirleri alınıp, işlenip, parlatılıp, kullanılacak bir insan.
Burayı bize yurt yapmış, ele avuç açtırmamış, özgürlüğümüz için silah arkadaşlarıyla ölüme korkusuzca yürümüş, sadece bu sebepten dolayı bile saygıyı, sevgiyi, minnet duygusunu hak eden bir insan.
Döneminde yaptıklarını, yapmayı arzuladıklarını düşündükçe hayran olmamak elde değil benim için. Sene 1918, buradan 1923’e kadar geçen sürede, neredeyse umudu kalmamış bir halkı yeniden bir şeylere inandırmış. Herkese, her an seslenip ulaşabileceği bir basın yayın organı yok, internet yok, sosyal medya yok, yoklukların içinde bir örgütlenme gerçekleştirmiş. Bir savaş kazanılmış bir devlet kurulmuş.
Sonra 1923’den o kahredici ana kadar geçen sürede yaptıkları.
Ara ara eşimle bunun muhabbetini yapıp şaşkınlıklar içinde bir kere daha takdir ediyor ve anlamak için çabalıyoruz.
Bugünümüze gelecek olursam bir de benden bağımsız olarak dış dünyada yaşayan bir Atatürk var.
Milyonların sevip saygı duyduğu Atatürk’ün yanında, kiminin siyasi görüşü nedeniyle, kiminin dini saiklerle, kiminin yaptıklarına karşı oluşan duygusundan dolayı, kimisinin ise Atatürk’ü sevenlerin Atatürk’ü sevme ve saygı duyma şekillerinden dolayı sevmediği, saygı duymadığı bir Atatürk var.
Burada sevmeme nedenlerinin genel itibariyle kişisel bir düşünme sürecinden değil de bir ideolojinin sonucunda ortaya çıkıyor oluşu beni çok üzüyor. Birleşebileceğimiz en güçlü noktada bile, ideolojiler kendisine Atatürk’ü, yaptıklarını, fikirlerini tehdit görüp düşman yaptı diye bu ideolojilerin peşinden giden kişilerin direkt bu gömleği giymeleri ve artık Atatürk’ten nefret etmeliyim gözüyle bakması beni çok yaralıyor.
80 yıl önce yaşadı ve o hayat bitti artık. Bu insana karşı sevgide, saygıda, özlemde, hüzünde, anmada hepimiz aynı seviye hissederek olmasa da yine de birleşebiliriz.
Birleşmeliydik…
Atatürk’ü kapı dışarı görenlerden de Atatürk’ü kutsallaştıranlardan da haz etmediğimi söylemek istiyorum.
Şu hayatı bir orta yollu, bir türlü dengede, bir türlü sadece biz olarak yaşayamadık gitti. Başkalarının ortaya attığı fikirlerin peşinden koşmaktan, tarikatlaşmaktan, müritleşmekten bir türlü kurtulamadık gitti. Bu kavramları sadece dini anlamda kullanmıyorum. Bizim birey olarak, birey kalarak düşünmeye sorgulamaya yol yürümeye kendi içimize dönmeye en çok ihtiyacımız olduğu dönemleri yaşıyoruz. Atatürk’e sevgi ve saygımızın en güzel meyvesi onun fikirlerini anlamak irdelemek sorgulamak olacaktır diye düşünüyorum.
Bugün 10 Kasım 2022.
Birazdan saatler yine 9’u 5 geçecek. Bir kere daha bir hüzün kaplayacak onu seven sayan hisseden tüm Türk halkının yüreğini. Ahh diyeceğiz, ahh beee keşke yaşasaydın!!!
Keşke…
Öyle büyük bir keşke ki…
84 yıl sonra bile milyonların aklında, fikrinde yaşayan var olan bir ölümü farklı şekilde ifade etmeli. Çünkü bunun adı ölüm değil.
Yok olmak ve ölmek unutulmakla eş değerdir.
Biz seni 84 yıl sonra hala unutmadık, hala yaşatıyoruz…
İçimdeki sen bana güç vermeye devam edeceksin biliyorum.
Atam seni çok seviyorum. Sevgi, saygı, minnet ve özlemle duygularımla bir kere daha anıyorum.
İyi ki vardın, iyi ki varsın.