Anlamlanma Servisi 1 – Söyleyebiliyorum, Öyleyse…


Kendi geçmişinize bakışlar atar mısınız?

Hangi kararlarınız bugün olduğunuz yerde ve olduğunuz kişi olmanıza neden oldu, kilometre taşlarınızı ara ara yoklar mısınız?

Benim bu hayatta bayılarak yaptığım yegane şeylerden biri tam olarak bu. Hem fiziksel, hem zihinsel iyi bir arşivciyimdir ve bunlara ara ara dönüp bakmaya bayılırım.

Bayılarak yaptığım bir diğer şey ise şu anda yaptığım şey.

Yazmak…

Düşüncelerimi paylaşmak…

Herkes kendi içinde kocaman bir dünya. Birbirimize anlatamadığımız, anlatsak da tam olarak anlaşılamadığımız kocaman dünyalarız. Bu anlaşılamayan kocaman dünya olma konusunu başka bir yazıma bırakmak istiyorum, çünkü bu konu hakkında söylemek istediğim çok fazla şey var.

Kilometre taşı diyebileceğim olaylar silsilesine dönüp baktığımda en net hatırladığım olaylardan biri şu.

12 yaşında, Aydın’da şehir merkezinde otursak da, biraz daha Merkezin taşrası denilebilecek bir yerden, her gün sabah gazete almak için büfeye giderdim. 10 dakika sabah yürüyüşü. Gazeteyi alış. İlk manşetlere yolda hızlıca bir göz atış.

Gazete okumak ilginç bir alışkanlıktır. Bir de gazete zaten başlı başına büyük bir ilginçlik bence. Televizyonun olmadığı bir dönemde insanların en büyük haber kaynağının, 2003 2004’lü yıllarda hala aynı heyecanla sürdürülebiliyor olması gerçekten biraz tuhafıma gider.

Henüz yandaş gazete diye kavramların olmadığı dönemler. Çok yakın geçmişin köklü değişikliklerine tanık olmak ve bu değişikliğin geriye doğru gerçekleşmesi ne büyük üzüntü. Ama konum bu değil.

2 tane gazete alırdım o zamanlar. Güneş ve Vatan gazetesi.

Vatan Gazetesi kuponlarıyla çok güzel ürünler verirdi. 100 Temel Eser diye verdiği 100 kitabın olduğu set hala kütüphanemde. Gazeteyle eve geldiğimde bulmaca ekini kenara koyar(çünkü sudoku ve kakuro hastasıydım birazdan onu çözeceğim), haber başlıklarını okur, sonra üzerine bir şeyler söylemek istediğim haberleri keser, gazete defterime yapıştırır, altına yorumlarımı yazardım. 12 yaşında kendi Twitter’ımı yapmışım.

Yorumlarımı yazmak???

Neden böyle bir şey yapar ki insan? Neden kimse okumayacak olsa bile söylemek istediklerini söyleyemese kendisini mutsuz hissedecek gibi olur?

Uzun yıllar evin bir yerinden çıkar mı diye bu defterimi aradım. 12 yaşında benim neler söylediğimi o haberlerin altına neler yazdığımı o kadar merak ediyorum ki? Ben kimdim nasıl bir düşünce dünyam vardı?


Genelde hayatlarımızı hep fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştirmeye çalışırız. Düşüncelerimizi, bizi biz yapan şeyleri ölümsüzleştirmek ise pek çoğumuzun aklına gelmeyen bir şey. Babamın 20’li yaşlarındaki fotoğraflarını görüyorum ama o fotoğraftaki adamın 20’lerinde ne düşündüğüne dair elimde en ufak bir bilgi yok. Aynı şekilde annemin. Bunları bilmeyi o kadar çok isterdim ki. Keza kendi çocukluğum. Fotoğraflarım var ama o fotoğraftaki çocuğun o anda ne düşündüğüne dair hiçbir şey yok elimde.

Şimdiki küçük çocukların bu anlamda büyük bir avantajla büyüdüklerini düşünüyorum. Anneler babalar çocuklarının her anını fotoğraflamakla beraber aynı zamanda videoya da alıyorlar. Naçizane tavsiyem şu olabilir çocuklarınızı videoya alırken bazı şeyler hakkında konuşturun. Gelecekte, geçmişte kendisinin kim olduğu merakını giderebilsin böylelikle.

Geleceği düşlemek ve bazen kendi geleceğime, bazen benden çok çok sonraki geleceğe bir şeyler bırakabilmek hayatımın anlamlı bulduğum önemli davranışlarından. Lise dönemlerimde oturduğum sıralara bazı düşüncelerimi yazar altına ismimi ve günün tarihini yazıp bırakırdım. Motivasyonum size biraz garip gelebilir ama şuydu, bir gün bunların tamamının üzerine başka bir medeniyet inşa edilecek ve büyük ihtimal bizim geçmiş medeniyetleri arayışa çıktığımız gibi onlar da bizden kalanları aramaya çıkacaklar, işte o gün bir kazıda bulurlarsa tarihlemeleri konusunda onlara yardımcı olmak, hem de onlara bir düşüncemi bırakabilmekti. Çocukça belki ama, böyleydi.

Ölmeyi bir tek sebepten istemiyorum bir şeyler söyleyebilmenin müthiş hazzından kopmak istemediğim için.

Descartes’ın, varlığını yoklayıp var olduğuna ikna olduğu durum düşünebiliyor oluşuydu ve şöyle söylemişti “Cogito, ergo sum” – Düşünüyorum öyleyse varım.

Öyleyse varım noktasını sorguladığımda şunu derken buluyorum kendimi, var olmak ne ifade eder ki? Varlığımdan emin olmak neyi çözecek? Önemli olan bence var olmak değil, anlamlı bir var olma durumu oluşturabilmek. Bunun nasıl olabileceğinin karşılığı bende şu, düşündüğünü özgürce söyleyebilmek, yazabilmek, haykırabilmek.

Stephan Hawking’i bulunduğu zorlu durumda yaşama sıkı sıkı bağlayan şey bence tam olarak buydu. Her türlü şartı zorlayıp zihninden geçenleri insanlarla paylaşabiliyor olması düşüncelerini söyleyebilmesiydi.

O yüzden “… öyleyse varlığımı anlamlı kılabildim” diyebildiğim ilk ana, tabii ki kimse okumasa da fikirlerimi özgürce yazabildiğim o gazete defterime gidiyor aklım hep.

Daha sonrasını şekillendiren ise yine söyleyebilme, bencesini anlatabilme ve paylaşabilme isteği ve heyecanı oldu.

Hayat öyle pamuk ipliğine bağlı ilerliyor ki insan biraz derin düşünmeye kalktığında kafayı yemeye doğru gitmesi işten bile değil. Girdiğin bir sınavdan 1 puan eksik ya da fazla alsan, ya da yerleştirme sonuçların 1 alttaki ya da 1 üstteki gelse bugüne kadar karşılaştığın insanlar yerine bambaşka insanlarla karşılaşacak büyük ihtimal rotan bambaşka olacak. Birbirimizden uzak gibi olsak da hepimiz birbirimize bağlıyız. Ülkenin bambaşka bir köşesindeki bir kişinin yaptığı ya da yapmadığı bir tercih nedeniyle Süleyman Demirel Üniversitesinde Endüstri Mühendisliği okudum belki de. Ya da o gün tercih yapan 1 milyon insanın yaptığı tercihlerden dolayı. Bunun gibi tonlarca durum. Her bir karar pamuk ipliğinin ucunu tutup yeni bir yaşama bağlıyor.

Üniversiteye başladıktan sonra 2012 yılında kendi blog sayfamı açmak herhalde hayatımın şu anını şekillendiren en büyük olay. Pamuk ipliğinin ucuna burada öyle bir düğüm atmışım ki, farkında olarak ya da olmayarak 2012’den sonra hayatımı şekillendiren şey bu oldu.

Binlerce insan tanıdım. 2015 yılında bir ekip kurup 7 yıl boyunca 300’den fazla arkadaşın ekibe dahil olduğu, bir duraklarının da bizim olduğumuz bir serüven yaşadım. Şirket kurdum. Evlendim. Eşimi bile blog sayfam vesilesiyle tanıdım. Eşimin C# programlama dilinde bir sorusuna cevap ararken blog sayfama denk gelişi, yardım ederim düşüncesiyle sosyal medya üzerinden benimle iletişime geçmesi. Tam 10 yıl önce.

Bunların tamamını var eden şey söylemek istediğim şeylerin olması ve bunu yapmak.

Yazdıkça iyi hissediyorum. İyileşiyorum. Düşüncelerimin keskinliğini yazarak törpülediğimi biliyorum. Çünkü yazmak düşünmekle başlayan bir serüven ve ne kadar çok “şeyler” hakkında düşünmeye başlarsanız o kadar çok yeni kapılar açılıp fikirsel keskinliğinizi bir dinginliğe bırakmanızı sağlıyor. Belki buna yaşın kemale ermesi, olgunlaşmak da denebilir.

Sosyal medya profillerimde yıllardır çeşitli konulardaki fikirlerimi paylaşıyorum ama uzun uzun yazmak ve geleceğime kendimden bir şeyler bırakmak bunu burada yapmak en büyük heyecanlarımdan biri olacak. Blog sayfamda yeniden düşünce dünyamı yazmaya başlama dönüşünü böyle yapmak istedim. İsmine de Anlamlanma Servisi dedim. Yıllar sonra ben 30’lu yaşlarımda nasıl biriydim ne düşünüyordum diye aramaya çıktığımda kaybolmayacağından emin olduğum bir yerde yazacağım artık düşüncelerimi.

Yazın dünyamın en büyük diğer motivasyonunu da not düşmek istiyorum, bir gün bunları çocuklarımla beraber okuyabilmek dileğiyle. Çünkü onlar babasının geçmişte neler düşündüğünü görebilsin çok istiyorum.

Bir sonraki Anlamlandırma ve Anlamlanma Servisinde görüşmek üzere.

Exit mobile version