Hüzünlü bir selam.
Bu yazı dizisine başlarken büyük umutlarım vardı. Oly’nin FIP durumunu erken teşhis etmiştik. GS iğnesine, PCR testinin pozitif sonucunu beklemeden başlamıştık. Oly’nin kurtulacağına ve bu süreci atlatacağına dair o kadar güçlü duygular içindeydim ki… Bir gün bu yazı dizisinin o başlığını atacağım hayaliyle yazmaya başlamış ve devam etmiştim:
“Oly FIP’i Yendi…” diyebilmeyi, o kadar çok istemiştim ki…
Ama ne yazık ki olmadı.
4 Temmuz 2025 günü saat 21 sularında Oly’yi kaybettik.
Bu yazı dizisini silsem mi, diye çok düşündüm. Çünkü yazmaya başladığımda Oly’nin durumu iyiye gidiyor gibiydi. Bu süreçte yaşadıklarımızı anlatarak, aynı hastalıkla mücadele eden kedi dostlarına bir nebze yardımcı olmayı, bir umut olabilmeyi, pozitif bir şey bırakabilmeyi istemiştim.
Şimdi durum bizim için hiç istemediğimiz gibi sonlandı… Ama yaşananlar, tecrübe ettiğimiz süreçler, varsa insani hatalarımızdan çıkarılacak dersler; belki bir başka dostun hayatını kurtarabilir diye bu yazıları silmemeye ve Oly’ye buradan da bir veda etmeye karar verdim.
FIP öyle bir hastalık ki… 84 günlük tedavi sürecinin başında, ortasında, sonunda… Hatta “Geçti artık, bitti bu hastalık” dediğiniz anda bile bir boşluk yakalayıp tekrar atağa geçebiliyor, nüks edebiliyor. “Evet, her şey yolunda gidiyor, galiba kedimiz kurtulacak.” dediğiniz o an, tüm dünyanızı başınıza yıkabilecek kadar sinsi bir hastalık.
Oly’nin yakalandığı ıslak form, FIP’in en hızlı ilerleyen, en ölümcül formuydu. Karnı sıvıyla doluyor, organlara büyük hasarlar veriyordu. Bir noktada organ yetmezliğine, bir noktada akciğere sıçrayıp nefes almasına engel olmaya kadar ilerleyebiliyordu.
Oly henüz çok küçüktü, sadece 4 aylıktı. Bağışıklığı daha yeni yeni gelişirken bir yol bulan virüs, onun en zayıf anında saldırdı ve ne yazık ki başarılı oldu.
14. gün, GS iğnesini yaptırmaya gittiğimizde karnının biraz daha şiştiğini fark etmiştim. Bu hiç istemediğimiz bir şeydi. Çünkü artık o günlerde iğnenin etki etmeye başlamasını, karnındaki sıvının azalmaya başlamasını bekliyorduk. Ama korktuğumuz oldu. Virüs büyük ihtimalle tekrar atağa geçti. Oly’nin karnı, mevcut sıvının üzerine yeniden dolmaya başlamıştı.
Veterinerimiz de durumu fark etmişti. Moral bozmadan ama hazırlıklı olmamız gerektiğini söyledi. O an insan konduramıyor. Bir önceki yazımda da belirtmiştim, veterinerimiz kurtulma ihtimalinin hâlâ %50 olduğunu söylemişti. Oysa ilk haftada %80-90’ları konuşuyorduk, çünkü Oly yanıt veriyor gibiydi. %50’yi duyunca moralimiz bozuldu ama kötüye yormamaya çalıştık. “Bu dalgalanmalar normal, her tedavi böyle geçer.” diyorduk. İnsan, en ufak bir umuda bağlanmaktan başka bir şey yapamıyor zaten.
O gün iğnemizi olduk ve eve döndük. Oly’de iştah tamamen gitmiş, halsizlik başlamıştı. Kuru mamasını yiyemiyordu. Ezerek verdik, olmadı. Yeni mama aldık, yine yemedi. Sadece ton balıklı bir ‘hüptirik’i vardı, onu yiyordu. O yüzden kuru mamasına hüptirik karıştırdık. Sadece hüptiriği yaladı, mamasını yine yemedi.
Yanı başındaydık, tüm gece. “Bu geceyi atlatsa…” diye dua ediyorduk. Sabah olsun, bir şey değişsin diye Oly’nin gözlerine bakıyordum. Saat 00:55’ti. Oly’nin halsizliği ve nefes alışındaki zorlanma beni artık dayanamayıp veterineri aramaya itti. Sağ olsunlar, bir an bile bizi yalnız bırakmadılar. Hemen getirin dediler, götürdüm.
Röntgen çekildi. Sıvı çok fazlaydı. Ama bizi sevindiren, henüz akciğerlere sızma olmamasıydı. Musa Bey, Oly biraz rahatlasın ve idrarla sıvıyı atabilsin diye bir ağrı kesici ve bir diüretik yaptı. “Gözlemleyelim.” dedi ve eve döndüm.
Eve döndükten sonra Oly’yi yatağına yatırdım. Yanı başında bekliyordum. Yanındaki sehpanın üzerinde, su içmeyi sevdiği bardağı vardı. Oly birden, ani bir hareketle yerinden kalktı ve suya yöneldi. Suyunu içip geri döner diye düşündüm. Sehpanın boyu yüksek değil, normalde de çok defa üzerinden yere atlar, oradan geri yatağına gelirdi. Yine öyle bir şey yapmak için yeltendi ama bu sefer yere düştü ve kalkamadı. Artık hem vücudu çok ağır ve genişlemişti hem de ayaklarının büyük ihtimalle gücü kalmamıştı. Ters bir şekilde gözlerime, yardım ister gibi bakışı hâlâ gözümün önünden gitmiyor. İçim paramparça bir şekilde yerimden fırladım; ayağı kırıldı, incindi vs. sandım.
Yürütmeye çalıştım. Ama neredeyse hiç gücü yoktu. Hemen bir nöbetçi veteriner kliniği aradım. Atakent’te bir yer açıktı, götürdüm. Saat 02:30’du.
Veterinere her şeyi anlattım. Ayaklarında bir sorun olmadığını söyledi. İştahını geri getirebilmek için FIP’li kedilerde bazen insanlar için kullanılan bir antidepresan verildiğini söyledi. Oly’ye 1/16 oranında verdi. Adını hatırlayamıyorum. “Şu an yapabileceğimiz başka bir şey yok.” dediler. Eve döndüm.
Ama Oly artık yardım ister gibi miyavlıyordu. Bir adım atıyor, yığılıyordu. Gece 4 gibi bu haline dayanamadım. Bir başka klinik daha buldum ve yine götürdüm.
Bu seferki veteriner daha realistti. “Büyük ihtimalle karaciğerleri iflas etmek üzere.” dedi. “Durumu iyi görmüyorum.” dedi ama yine de bir karaciğer destekleyici serum ve kandaki safra oranını azaltıcı bir çözelti iğne yaptı.
Tekrar eve döndüm.
Gözlerimizin önünde Oly resmen bir gecede eriyip bitmişti. Gözümü kırpmadan başında bekledim ve sabah saat 9 olmasını, kendi veteriner kliniğinin açılmasını bekliyordum. Resmen zaman uzamıştı, saatler geçmiyordu. 1 dakika, 1 saat olmuştu.
Canımızın nasıl yandığını sizlere tarif edemem. Son kez olduğunu bilmeden yanımıza almıştık Oly’yi. Canı yanmasın, iyi hissetsin diye yapabileceğimiz tek şey, o an sevgimizi vermekti. Belki bunu hisseder ve biraz olsun hafifler acıları diye düşünüyorduk.
Sonunda 9 oldu ve kliniğe gittim.
Abbas Bey vardı. Oly’ye baktığında, zaten durumunun çok ağır olduğunu anlamıştı. Oly’nin karnından sıvı aldığında, artık damarlarındaki kan karın içindeki sıvıya bulaşmış ve sıvı kanlı gelmişti. O an için yapılabilecek her şeyi yaptılar ve Oly’i yoğun bakıma aldılar.
En azından onların kontrolündeydi ve bir şey olursa hemen müdahale ederler diye, eve dönerken içimi biraz olsun ferahlatmaya çalışıyordum.
Akşam, her zaman GS iğnesini yaptırdığımız saat olan 18:30’da giderim diye eve geldim.
Bütün gün nasıl geçti bilmiyorum. Saat 14 gibi, veterinerimizden bir video geldi. Oly’nin karnındaki sıvıyı tamamen boşaltmışlardı. Bu, son çareydi. Çünkü artık sıvı, tüm organlarını iflas ettirmek üzereydi.
Bir şey sormaya bile korktuğumdan, hiçbir şey sormadım. Sadece, saat 18:30’da oraya gittiğimizde “Oly yanıt verdi ve atlattı” ya da “Atlatacak” denmesini umut ediyordum.
Kliniğe gittiğimizde, Musa Bey’in yüzündeki ifade, ne yazık ki içimdeki umutları söndürmüştü. Oly yoğun bakımdaydı ve artık bilinci kapanmıştı. O kadar zor nefes alıyor ve istemsiz kas hareketleri yapıyordu ki… O an kendimi tutamamıştım. Oly’ye dokunamadım bile.
Musa Bey, “Buradan dönen bir hasta yavrucak görmedim,” dedi. “Bir mucize olursa bilemem ama durum böyle, ne yazık ki. Siz elinizden geleni yaptınız, her şeyi denediniz. Kendinizi suçlu hissetmeyin; bu hastalık ne yazık ki böyle, o yüzden hep bir korku vardı içimizde.” dedi. Daha fazla dayanamadık orada ve eve döndük.
Eve döndüğümde, sanırım bir saat boyunca gözyaşı döktük. Bizimle sadece 2 ay kaldı; bunun 20 günü hastalık süreciydi ama sanki yıllardır bizimleymiş gibi, her yerde anısı varmış gibi bir hissiyat vardı içimizde.
Onun tıkır tıkır kabından yemek yiyişi… Sabah ben uyurken gelip beni izleyişi… Bir yerde ölüp ölmediğimden endişe edip burnumun dibine kadar sokulup beni uyandırışı… Oyun oynayışı… Kendini sevdirişi… Yediğim yemeklere salça oluşu… Ben çalışırken gelip birden klavyemin üzerine oturuşu… Her şey gözümün önünden geçiyordu. Oly’yle vedalaşamadığım için içimde bir yarım kalmışlık hissi gittikçe büyüyor, kendimi toparlayamıyordum.
Saat 20 gibi, eşime “Dışarı çıkıp biraz yürüyelim mi?” dedim. Amacım aslında tekrar kliniğe gitmekti. Yolda hâlâ, “Ya binde bir bile olsa bir mucize olsa ya…” diyordum. Tek isteğim buydu. Binde bir, milyonda bir o umut her neyse, ona sarılmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu.
Kliniğe girdiğimde, resmen veterinerlerin gözlerinin içine bakıp “Hadi be, biraz iyiye gitti deyin…” der gibi gözlerimle yalvarıyordum. Musa Bey, “İsterseniz veda edin artık, son saatleri…” dedi.
Oly’nin yanına girdim. Bilinci yoktu. Nefes alıp vermeyi bile neredeyse bırakmıştı. Her zaman sevdiğim gibi elimi üzerine gezdirince, beni hissetti… O kadar eminim ki… Çünkü ellerini kaldırdı, kafasını kaldırdı, gözleriyle bana baktı son kez. İki kez okşadım ve onu çok sevdiğimi söyledim. Vedalaştım.
Sanırım yaşadığım en sarsıcı süreçlerden biri oldu.
Eşim de vedalaştı Oly ile. Eve döndük ve resmen o aramanın, o haberin gelmesini bekliyorduk. Saat 21:30 sularında klinikten arandık ve o an… Anlamıştım. İçimden bir kez daha bir şey koptu. Oly’nin vefat ettiğini bize bildirdiler.
Artık o yok.
Ben uzaktan (remote) çalıştığım için neredeyse 24 saatimi onunla geçiriyordum ve bu kadar kısa sürede aramızda inanılmaz bir bağ oluşmuştu. Acıları dindiği ve artık bir melek olduğu için, sadece bunun için içimde minicik de olsa bir huzur var.
Ama hayalim, onunla birlikte 40’lı yaşlarıma kadar gelebilmekti. Oly’yi çok sevdik kısacık sürede iyi olması için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalıştık. Özellikle eşimin Oly için yaptığı araştırmalar. Yemesinden içmesine yattığı yataktan oynayacağı oyuncaklarına kadar. Her anında ona beslediğimiz büyük sevgi vardı. Umarım o da bunu hissetmiştir. Dört aylık ömrünün iki ayını bizimle geçirdiği bu süreçte, kendisini biraz olsun iyi hissettirebilmişizdir…
Bir yerde, bir yaşam daha varsa…
Bir kere daha seni sevebilmek…
Bir kere daha omzuma alıp gezdirebilmek…
Bir kere daha tatlı tatlı ısırmanı hissedebilmek ümidiyle, nazlı kızlım…
Selamlar, bu yazımda sizlere Oly’nin çıkan PCR sonucu ve geçtiğimiz bir haftada hastalığın genel seyrinden…
Selamlar, bu yazımda Oly'nin 1 hafta boyunca olduğu GS iğnesi, yaşanan değişimleri anlatmaya çalışacağım. PCR…
Selamlar, bu yazımda Hemogram ve Biyokimya sonuçlarımızı göstermek için İÜCHH'ne tekrar gidişimizi ve sonrasını anlatacağım.…
Selamlar, bu yazımda GS iğnesine başlama kararımızı ve Oly’de bu süreçte nelere dikkat ediyor, neler…
Selamlar, bu yazımda İÜCHH'deki tedavi sürecimiz ve sonrasında yaşananlardan bahsetmeye çalışacağım. 20.06.2025 Cuma günü saat…
Eve Dönüş ve İlk Şüpheler 18 Haziran Perşembe saat 23 sularında İstanbul’daki evimize giriş yaptık.…